DİKTATÖR KİM?
Yüzyıllardır dünyayı sömürgecilikle yöneten, sömürgesinde olan ülkelerin insanlarını acımasızca öldüren, işkenceler yapan, sakat bırakan Avrupa ülkeleri, sürekli olarak insan hakları ve demokrasi gibi kavramlardan dem vurur, havanda su döverler.
Hal böyle iken tarihe bakıldığında bu egemen ülkelerin, bir milleti, halkı sömürecekse, oraya çökecekse, öncelikle o toplumun liderine diktatör yaftasını yapıştırdıklarını görürüz.
Kendi medyasında, basın organlarının neredeyse tamamında diktatör olarak gösterilen liderin yani sıra, ülkenin rejimini de baskıcı, ezici ve antidemokratik olarak tanımlarlar.
Bunu yaparken o ülkelerde bulunan bağlantılarından da destek alırlar ve onlara destek verirler ve nihayet gün gelip çökme işlemi gerçekleştiğinde kendilerini hem kahraman ilan ederler, hem de demokrasi getirdiklerini iddia ederler.
Irak’a, Libya’ya, Mısır’a getirdikleri gibi bir demokrasi getirirler ve ardından yağmalama, talan, servet avı başlar.
Yeni hazırlamaya başladığım kitabımın bir bölümü için Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, dünya ülkelerinde nasıl tanındığını, o ülkelerde yaşayanlara sordum.
Bu ülkeleri Avrupa, Amerika, Afrika, Balkan, Arap, Uzak Doğu ülkelerinden ve Türki Cumhuriyetleri’nden seçerken, orada yaşayanların yanında Ruslara da soru yönelttim ve her bölgede farklı bir algı oluştuğunu tespit ettim.
Cumhurbaşkanımızın, özellikle Avrupa’da medya ve basın organlarının zorbalığıyla ‘Diktatör’ olarak algılatıldığını ve algılandığını gördüm.
Aldığım cevapların çoğu, aynı ülkemizdeki bir kesimin sürekli tekrarladığı kavram gibiydi; Baskıcı ve Diktatör.
Bunun üzerine dünyadaki diktatörler kimlermiş, kimlere diktatör deniyormuş, bu diktatörler hangi akımlardan, hangi siyasi veya dünya görüşlerinden çıkıyormuş diye bir araştırma da yaptım, tahmin ettiğiniz gibi çıkan sonuç çok düşündürücü ve çok da bilindikti.
Sosyalist ve Komünist diktatörlere baktığımızda Çin’de Mao Zedong, Sovyet Rusya’da Josef Stalin, Kamboçya’da Pol Pot, Kuzey Kore’de Kim İl-Sung, Etiyopya’da Mengistu Haile Mariam, Romanya’da Nikolay Çavuşesku ve diğerleri 100 milyonun üzerinde kendi insanı öldürtmüşlerdi.
Bu öldürmeler kendi halklarına karşı sindirmek, bastırmak için kurşuna dizerek, enseye mermi sıkarak, canlıyken toprağa gömerek, işkence ederek, sorgusuz sualsiz, mahkemesiz gerçekleşmiş, milyonlarca insan da sürgüne gönderilmiştir.
Sürekli demokrasiden, insanlık onurundan, barıştan, eşitlikten, özgürlükten, hukukun üstünlüğünden bahseden, kendilerini sol görüşlü diye tanımlayan Komünist ve Sosyalist liderler toplamda 100 milyonun üzerinde insan öldürmüşlerdir.
Faşist Diktatörlere baktığımızda; Adolf Hitler Almanya’da, Benito Mussolini İtalya’da, Antonio de Oliveira Salazar Portekiz’de, Francisco Franco İspanya’da kendi halklarından daha çok diğer ülkelere saldırmışlar ve 90 milyona yakın insanı bu savaşlarda öldürmüşlerdir.
Yukarıda bahsettiğimiz liderler kendi hegemonyaları için kimseye acımamışlar, savaş çıkarmaktan geri durmamışlar, o dönemdeki polis ve askerlere sorgusuz soelsiz gözaltına alma ve vurma yetkisi vermişlerdir.
Çok sayıda kendi özel askerleri, polisleri, istihbarat örgütleri, ajanları vardı.
Bu kapsamda baktığımızda; 20 yıldır Türkiye Cumhuriyeti’nin önce Başbakanı, daha sonra Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan zamanında kaç kişi kurşuna dizildi, kaç kişi idam edildi, kaç kişi işkenceye uğradığını söyledi?
Kaç kişi sürgüne gönderildi, kaç kişi birden ortadan kayboldu, kaç kişi faili meçhul cinayete kurban gitti?
Türk siyaset tarihine bakıldığında Adnan Menderes ve Turgut Özal gibi liderlere de diktatör suçlaması yapılmıştır, ancak içeriği boş çıkmıştır.
Türkiye de 20 yılda çıkan tüm yasalara baktığımızda hep daha fazla özgürlükler verilmiştir, en basiti parti kapatma davaları dahi son bulmuştur.
20 yıl öncesine kadar devlet memurlarda serbest kıyafet diye bir şey yoktu, sakal bırakamaz, erkekler uzun saçla, ceket kravat olmadan işe gidemez, kot pantolon giyemezdi,
İlkokullarda bütün çocuklar askeri iştima gibi sıraya girer andımız okunurdu, tek tip siyah önlük giyilirdi, hatta ortaokul ve liselerde de ilkokullarda ki gibi askeri iştimaya benzeyen bir sıraya girilir, sırayla okul binasından içeriye girilirdi.
Erkekler üç numara veya alabulus traş olmadan okula giremez, nöbetçi öğretmenler saç kontrolüne tabi tutulurlardı.
Saçı uzun olan olursa, herkesin içinde ya azarlanır, ya da favorilerinden tutulup çekilirdir.
Traş makinesiyle öğrencinin kafasında tren yolu açılanlar olurdu.
Okula çocuklar önlük, genç erkekler takım elbise, kız öğrenciler forma olmadan ve saçlarını bağlamadan giremezdi.
Bütün bunlar bize darbelerden sonra ortaya çıkan sıkıyönetimin, askeri rejimin dayatmasından başka bir şey değildi.
O dönemlerde baskı yoktu, şimdi mi var?
Siz diktatör olan bir ülkede, o ülkenin liderine diktatör diyemezsiniz, tek kelime küfür, hakaret edemezsiniz.
Yukarıda saydığımız hangi diktatör hakkında hakaret içerikli karikatür çizilebilmiş, suçlamalarda bulunulabilmiştir?
Tüm bu açılardan bakıldığında, tek bir sorunun cevabı her şeyi ortaya koyuyor; bugün Kuzey Kore’de Koreliler Devlet Başkanı hakkında tek kelime edebiliyorlar mı?
Demokrasinin önemini anladığımız, değerini bildiğimiz güzel günler dilerim.